23 Şubat 2014 Pazar

Ukrayna neden "Maidan" larda- 2

2- Meydan genişliyor

Barikat içindeki çadırların bazıları muhalif partilerin bayraklarını taşıyordu. Kısa süre içinde vücut bulan bu organizasyonda muhalefetin payı büyüktü anlaşılan. Her ne kadar Euromaidan'a bağış yağıyor olsa da, dev sahnenin ve orada kalan binlerce insanın masraflarını karşılamaya yetmezdi bu. Kalacak çadır, yakacak odun, yiyecek yemek olmadıktan sonra, o barikatların içinde hayat da olmazdı. Kısacası, muhalefetin maddi desteği, önemli rol oynuyordu protestolarda.

Bazı şeyleri görmezden gelerek meydanın tadını çıkarmaya karar verdim. Kapıdan geçtikten sonra, sahnede çığıran siyasileri duymazdan gelirsen, çok keyifli bir ortam vardı içeride. Tamamlanmamış ve yarısı sökülüp barikat yapımında kullanılmış yılbaşı ağacının kalan yarısı, bayrak ve pankartlarla dolmuştu. Orada kalıcı olanların yanı sıra, meydanda devamlı insan sirkülasyonu vardı. Gelen herkes zevkten dört köşe vaziyette, müze gezer gibi meydanı geziyordu. Üşüyenler ısınmak için ateşin başına geçtiğinde, hemen sohbet başlıyor ve ucu eninde sonunda Sovyetler'e bağlanıyordu. Sovyetler Birliği'ne (onlar kısaca "birlik" demeyi tercih ediyor) baskıcı ve zalim olduğundan yakınıyor biri. Ukrayna siyasi sohbetlerinde bir klasik haline gelen şekilde:
"Öyleydi de en azından sağlık ücretsizdi, eğitim bedavaydı" diye devam ettiriyordu diğeri. Yıllardır değişmeyen bu muhabbet, her şeye rağmen meydandakilerin, buraya belli bir ideoloji peşine takılıp da gelen insanlar değil,  gayet sıradan, yıllardan beri içice yaşayan ve neredeyse her gün aynı muhabbeti yapmaktan vazgeçmeyen Ukrayna halkı olduğunu gösteriyor bana, her şey normal dedirtiyor, memnun ediyordu.

Her ne kadar içerideki alkol yasağına destek verseler de, ateş başlarında çaktırmadan içiyorlar ufaktan, ısınma bahanesiyle. Öyle dolanırken çadırın birinin dibinde terkedilmiş bir futbol topu çarpıyor gözüme. Hemen gençler arası bir organizasyon, önce top çevirme, bir iki elden sonra katılımcı sayısı artınca, "çift kale maç yapalım" diyorum. Fikir ilgi çekiyor, taştan kaleler kuruluyor, takımlar belirleniyor, maçtaki çekişmeyi görenler önce seyirci oluyor, sonra kaçan topları geri vermeden önce bir iki numara yapma, en son da "ikimiz birer takıma girelim" diye bitiveriyorlar santra öncesi. En son 4 takımdı, turnuvaydı derken, sırılsıklam olup, oyunu bir saat önce bırakmış olduğunu yeni farkettiğim, meydanı beraber gezdiğimiz arkadaşın kenarda, herhangi birine, hele de Amerikalıya sarmayı çok seven orta yaş üstü bir Ukraynalı tarafından sorgulandığını görüyorum. Sorgulama dediğim, sohbet işte, adam bir yandan merakını gideriyor, bir yandan da eskilerden bahsediyor. Ukrayna'da Sovyetler'e duyulan sempati de nefret de pek de ideolojik sebeplere bağlı değil. Tüm eski Sovyet ülkelerinde de durumun buradakine çok benzediğine eminim. Eğer bir adam Sovyetlerin iyi yanlarından bahsediyorsa o adamın parası karnını doyurmaya, hastaneye, faturalara yetmiyordur. Sovyetler Birliği döneminde her türlü sosyal hizmet ücretsiz, her ailenin, biri yazlık olmak üzere iki tane evi olduğundan, o günleri özlüyordur. Ama Sovyetler Birliği'nde insan hayatı baskı altındaydı? Yurtdışına çıkış, hatta din bile yasaktı? Beatles plakları bile sanki uyuşturucu satılıyormuş gibi el altından gizlice satılıyordu? İşte o adamın onları düşünecek hali yok. Aç adam için en büyük özgürlük, karnının doyması. Yine bir adam, Sovyetlere sövüyorsa, maddi durumu iyi, halinden memnundur. Karın açlığı dert olmayınca, Sovyetler Birliğinde özel durumlar hariç yurt dışına çıkılamadığından, tüm ülkede topu topu 20 çeşit kıyafet bulunduğundan, inancını yaşayamadığından bahseder.

Ukraynalıların, Bugünkü Rusya'ya bakışlarındaki durum ise bunun tam tersi. Doğu Ukrayna, onlar için bir çok yolsuzluğa göz yumularak yaratılan zenginlikten pek memnun olacak ki, Rusya onlar için Ukrayna'nın en önemli müttefiki. Rusça konuşuyorlar, Yanukoviç'e oy veriyorlar, kültürel anlamda Batının çok gerisindeler. Maddi durumları çok iyi olmamasına rağmen Doğuya kıyasla daha huzurlu bir hayat süren Batı ise, Rusya'ya, onunla yapılan her türlü işbirliğine ve Rusçaya karşılar. 2004'teki turuncu devrimde yine Yanukoviç'i, hakkı olmadan kazandığı koltuğunu devretmek zorunda bıraktıkları için kendilerinden eminler:

"Yanukoviç bizi iyi tanır, bizi yine sokaklara dökmekle büyük hata etti, o koltuğu yine alacağız altından."

Sadece Doğu-Batı yok tabi, bir de doğuyla batının kesiştiği yer var : Kiev.
(Bir de Güney var ki, yeri gelirse ondan da biraz bahsederim ileride)

Kiev bu iki dilin, iki farklı kültürün kesiştiği yer. Coğrafi olarak merkezde veya başkent olmasından çok, iş imkanlarının ülke geneline göre bolluğu sebebiyle göç almış her büyük şehir gibi. Günlük hayatta Rusça biraz daha ağırlıklı olmak üzere, iki dil de konuşuluyor. Eğitim dili Ukraynaca. Resmi yazışmalarda da Ukraynaca kullanılıyor. İnsanlar genelde her iki dili de anadilleri gibi konuşuyorlar. Rusça başlarsan, Rusça devam ediyor karşındaki, Ukraynaca konuşursan Ukraynaca... Prensip olarak diğer dili konuşmayanların diyalogları da ilginç tabi. Biri Ukraynaca soruyor, cevabını Rusça alıyor. Yıllardır evde annesi Rusça, babası Ukraynaca konuşan, diyaloglarını hayatları boyunca hiç bir sıkıntı yaşamadan böyle sürdüren onlarca tanıdığım var. Bu durumda evlat, annesiyle olan diyaloğunu Ukraynaca, babasıyla olanı Rusça olarak sürdürüyor genelde. Bu bize çok garip gelebilir, ama burada o kadar doğal ki, insanlar bazen farklı dillerde konuştuklarını fark etmiyorlar bile. Batıya gidildiğinde, eğer yabancı değilsen, gayet katı bir şekilde Ukraynaca konuşmanı isteyenler olabiliyor. Katı dediysek, "Burası Ukrayna, Ukraynaca konuşsana kardeşim" diye uyarıyor en fazla. Doğuda ise Ukraynacayı prensip sebebiyle değil, komik buldukları, biraz da dalga geçtikleri için konuşmuyorlar gibi. Ama dil ayrımcılığına bağlı problem, bu ülkede yaşanmıyor. Hatta neredeyse ayrımcılığa yer yok bu ülkede. Ülke geneli gayet sakin, mümkün olduğu kadar olaysız.
Barikatların içine girerken sırıtarak sevimli görünmeye çalışan güvenlik bozuntularını geçtikten sonra, meydanın içi çok umut verici dediğim gibi. İçeride önüne gelene belli öğütler verip, nasıl davranmaları gerektiğini öğretmeye çalışan, pek de iplenmediğini anlayınca, seni provakatör olmakla suçlamaktan çekinmeyecek  3-5 adam var. Ama bekledikleri ilgiyi göremiyorlar çevredekilerden. İnsanlar ne yaptıklarını biliyor gibiler. Ana sahneden böğüren muhalif partililerin seslerini duymaktan, alt geçitteki müzisyenler sayesinde kurtulabiliyorsun. Politikacılar, konuşmalarını dinleyen insanların kendileriyle hemfikir olmadıklarını fark ettiklerinde, sihirli sözleri sokuyorlar devreye. Zafer Ukrayna'nın! Herkes bunda hemfikir ne de olsa. Ulusal marş ve "Zafer Ukrayna'nın" çığlıklarını her 5 dakikada bir duymak mümkün.

İlk pazarında inanılmaz destek alıyor Euromaidan. Yüz binler oraya yakın bir parkta birleşip meydana yürüyorlar. (Bu daha sonraları bir Euromaidan klasiği haline gelen Pazar yürüyüşlerine dönüşecek, insanlar her pazar on binler halinde meydana girip, meydanda kalanlara yalnız olmadıklarını, halkın arkalarında olduğunu göstereceklerdi.) Sakin geçmiyor ilk pazar yürüyüşü.Yol üzerinde, meydana çok yakın bir devlet binasına saldırıyor birileri. Bina, bir kaç kırık camın haricinde neredeyse hiç hasar almadan, Meydanın kontrolüne giriyor.

Meydan birliği, ele geçirilen binayı, meydanın hoteli, yemekhanesi, yönetim merkezi olarak revize ediyor. Barikatlar, o binanın önüne kadar taşınıyor hemen. Aynı gün meydanın hemen yanındaki bir başka bina daha meydanın hizmetine açılıyor. Muhaliflerde sevinç böğürmeleri: Bu devrim bir başka dostum! Üşüyen girip ısınıyor, acıkan karnını doyuruyor. Binanın içi pek hoş. Ukrayna'nın çeşitli dallarda kazandığı ödüllerle dolu olduğundan, müze gibi de geziliyor. Herkes gururlu, dikkatli, herkes birbirine karşı çok saygılı gene içeride. Yemekleri de fena değil. Belki de işgal edilerek yapılan yanlışın farkındalar ama faydalı işlerde kullanacaklarını düşünerek ses etmiyor insanlar. 

Günün diğer tatsız olayı, sonraları kimileri tarafından meydanın kahramanları olarak anılacak "Sağ Sektör" isimli aşırı sağcı gruptan geliyordu. Ele geçirdikleri bir dozerle başkanlık binasına doğru yürüyorlardı. Karşılarında duran polise biber gazı ve taşlarla saldırıp dozerle üzerilerine sürdüler. Polis müdahale etmeyince, daha da yüz bulup kaldırım taşları, zincirler ve maytaplarla polis müdahale etmeye mecbur kalıncaya kadar dövüyorlardı polisi. Polisin uzun süre müdahale etmemesinin sebebini pek anlayamıyordum. Ya az sayıda oldukları için, olaylar büyürse göstericilerin polis barikatını aşıp, başkanlık binasına saldıracaklarından korkuyorlardı, ya da karşılarındaki grubun agresifliğinden faydalanıp, dünyaya protestocuların saldırgan, polisin ise barışçıl olduğu mesajını vermeye çalışıyorlardı. Grubun asıl amacı saldırıp başkanlık binasına girmekten çok oyun oynamaktı sanki. Amaçları ya kendilerini meydana tanıtmaktı, ya da meydandaki sevgi gösterilerinden canları sıkılmış, biraz oynamaya karar vermişlerdi. Peki, kimdi bu Sağ Sektör? Duygusal vatanseverler mi? Başkanın kendini haklı çıkartmak için kullandığı provokatör piyonları mı? Yoksa Avrupa'nın Amerika'nın planlarına mı hizmet ediyorlar? Hepsi mümkün, hepsi ihtimal dahilinde. Sağ sektörün bu hareketi kimilerinin çok hoşuna gitti, ama çoğunluk tarafından kınandı. Ama herkes Sağ Sektörü konuşur olmuştu o günden sonra. Rus basını, Ukrayna Hükümeti ve Cumhurbaşkanının açıklamaları bir ağızdan çıkmış gibiydi: "Meydanı işgal eden radikal teröristler ülke bütünlüğünü tehdit ediyor" 

Çok yakın oturduğum için her gün, hatta bazen gün içinde birkaç defa gidiyorum meydana o zamanlar. Her gittiğimde barikatlar biraz daha ileri alınmış oluyor.

"Barikatları her gün birer metre birer metre ilerleterek tüm ülkeyi ele geçirmek mi yoksa asıl amacınız?" diye takılıyorum barikatları taşıyanlara. Kahkahalar.

Özellikle Batı Ukraynalılar, yani protestolardaki çoğunluk, Türkiye'ye pek sıcak bakarlar. Gezi'ye geliyor muhabbet, hemen herkes Türkiye'yi nasıl desteklediklerini anlatıyor. Yalan değil, birkaç arkadaşla Gezi'ye Ukrayna'dan destek verme çabasında olduğumuz sırada, burada tanıdık tanımadık herkesten çok yardım gördük bir şeyler organize etmeye çalışırken. Bu aklıma geldikçe elimden gelen desteği verme isteğim daha da artıyor ve tüm tanıdıklarıma açık davet gönderiyor, istedikleri zaman ısınmak, dinlenmek için eve çağırıyordum. Bir kaç gazeteci arkadaşım geliyordu, telefonlarını şarj etmeye, çay içip ısınmaya, gerektiğinde uyumaya. Onlara beni tedirgin eden yanlışlardan bahsediyor belki bilmeden bir şeylerin düzelmesine vesile olurum diyordum.

Aganın poku
8 Aralık günü milliyetçi "Svoboda" (özgürlük) partisi, kendilerini arka planda, ilgiden uzak hissetmiş olacaklar ki, dikkatleri üzerilerine çekecek bir şeyler yapmaya karar vermişler:
Bugün Avrupa birliği üyesi olan eski Sovyet ülkelerinin tümünde Lenin heykelleri, henüz bağımsızlıklarına kavuştukları tarihte yıkılırken, o Lenin heykeli Kiev'in merkezinde ne arıyordu ve o el hareketi ile ne anlatmaya çalışıyordu? Heykelin önünde toplanan 30-40 kadar Svobodalı, önce uyarmaya karar verdiler koca heykeli:

-Şşş, indir o elini!

Lenin hiç oralı olmayınca, geçirdiler boynuna ilmeği, çektiler aşağıya.Yere düşer düşmez kafası koptu Lenin'in. Sonra balyozlarla parçalamayı denediler, ama Sovyet malı sağlam tabi. 2'den fazla parçaya ayıramadılar koca heykeli. Ama Rusya'ya da gereken sağ mesaj verilmişti:

"Değil size, sizle olan ortak hatıralarımıza bile katlanamıyoruz!" 

Yerine ne dikileceği tartışılmaya başlandı hemen. Adayların arasında en güçlüsü, Yanukoviç'in evinde bulunduğu iddia edilen altın klozetti. 

Meydanda gün geçtikçe, barikatlar genişliyor, sembolik çam ağacının üzeri doluyor, çadır sayısı artıyor ve sahnede her gün yeni bir bayrak beliriyordu. Sabaha kadar süren konserlerde çalan, ünlü, amatör her çeşit müzisyen sahneyi bir dakika bile boş bırakmayarak, halkın ilgisini meydana topluyordu.

E artık bu kadar eğlence yeter diye düşünmüş olsa gerek polis ki, 11 aralık gecesi, polisin meydana müdahale edeceği haberi geldi. Sayıca neredeyse meydan nüfusunun yaklaşık 2 katı polis, alttan ve üstten kuşatacak şekilde sardı meydanın etrafını. Meydan, sabaha dek süren konserlere, ele geçirilen binalara sonsuza kadar göz yumulması gerektiğini bekliyormuş olacak ki, şaşkınlık ve panik içinde. Polisler meydanın 100 metre kadar uzağında hazırlığa başlıyorlar. Gazeteciler etraflarında ve papazlar Age of Empires'taki meslektaşlarından öğrenilmişe benzeyen  yöntemlerle polisleri halkın safına geçirmeye çalışıyor. Bazıları meydandan kopup gelerek: "vatandaşına bunu yapma, emre itaat etme, kardeşlerine saldırma Slava Ukraini!" diye bağrınıyor, dualar okuyor ve üzerilerine kutsal su atıyor. Polisler, hiç memnun değiller. Zaten alışık oldukları bir durum değil kendi insanlarıyla düşman olmak. Kameramanlar artık, gözlerinin soğuktan mı, üzüntüden mi yaşardığı belli olmayan gözü yaşlı polislere zumluyor kameralarını. Bekleee, beklee. Saatler geçiyor ama meydanın 100 metre yukarısında konuşlanan polislerde hareket yok. Meydanın kuşatıldığı bilgisinin internette yayılmaya başlamasının üzerinden 3 saat geçiyor ve bu sürede meydandaki kalabalık kendini en az 3'e katlıyor. Çağrıyı duyan, savunmaya koşuyor. Barikatın dışına insan yığınından yeni barikat kuracak kadar insan toplanıyor meydana. Polisin tam önünde kol kola girip diziliyorlar. Polis,bu zamana kadar pek kullanma gereği duymadığı  gıcır gıcır copları, parlayan kaskları ve zırhları sayesinde havalı görünüyor. Protestocular da onlardan aşağı kalmıyor modada, hepsi birer mühendis gibi! Sonunda polis, meydanda savunma yapabilecek kadar insan toplandığına ikna olmuş olacak ki, harekete geçmeye karar veriyor. Polisin göstericilerin üzerine yürümesi, ve göstericilerin anında karşılık vermesi tam olarak şöyle gözüküyordu:

(mutlaka izleyin!)

Abarttığımı düşünenler şuna bir göz gezdirsin:


Polis, göstericileri ite ite, arada tokatlaya tokatlaya (anlatılanlara göre kameraların kör noktasında olan polislerin alttan alttan tekme bile attıkları oluyormuş!) sabah saat 8 gibi barikatları aşıp, meydanı işgal ediyor. Protestocular üzgün. "Berkut, halkının yanına geç, meydanı terket" sloganları milli marşlara karışıyor.

Meydanı tamamiyle ele geçiren ve amacı gerçekten protestolara son vermek olan polis ne yapar? Tüm barikatları, sahneyi ve çadırları yok eder. Peki amacının ne olduğu belli olmayan Ukrayna polisi ne yaptı? Meydanda bir kaç saat kalıp etrafa şöyle bir bakındı ne var ne yok diye, sonra da çekip gitti...

Dünyada, kameranın icat edildiği tarihten itibaren çekilmiş tüm videoları izleyip, bu duruma en uyanını seçtim de koydum sizler için:

Not: Karakterler temsilidir.

Çocuk: Polis
Kemal Sunal: Protestocular
Parayı veren adam: Yanukoviç
Merak konusu olan derme çatma yapı: Meydan

Ben hayatımda bundan daha barışçıl çatışma görmedim. Her ne kadar polisin bu tavrı kafamı karıştırsa da, Ukraynalılar zafer kazanmışlardı o sabah! Ukrayna'nın en sevdiğim tarafının neredeyse kimsenin kimseyi öldürmemesi olduğu geldi aklıma tekrar. Keyfim de yerine geldi.

Meydanı kaptırmamışlardı, kaptırmadıkları gibi derslerini de almışlardı son olanlardan. Aklı başında insanın bu olaydan ne gibi bir ders çıkarması gerekir? Biz ne kadar sağlam kurarsak kuralım, polis istediği zaman bu barikatları kimseyi de öldürmeden yıkabilir! Ama, insanın kafasında mühendis kaskı varsa olaya daha teknik açıdan bakıyor demek ki, yine harika bir fikir geliyor akıllarına. Çok kısa sürede çok daha yüksek ve sağlam barikatlar yapıyorlar. Gayet de akıllıca bi hamleyle, çuvala doldurdukları karlardan da faydalanarak. Meydan kısa zaman içinde dev bir kaleye dönüşüyor. İçeridekiler artık kendilerinden daha emin. İçeridekiler kısmına bir parantez açayım, Ukrayna hakkında aynı bizim basının gezide yaptığı tarzda haber yapan Rusya basınına göre, içeride yatılı olarak kalan herkes ücretli işçi, asker gibi. Ama ben öyle olmadığından eminim. Hayatlarını idame ettirmek için bağış kutularından bir şeyler alıyor olsalar da, orada olma sebeplerinin bu olmadığı açıkça belli. Gerçekten isyan ediyorlar ve gerçekten haklılar. Ah bir de "acele edelim, bir an önce bitirelim şu işi" diyen içlerindeki azınlığın gazına gelmeseler!

Devam edeceyün...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder